15 Mayıs 2021 Cumartesi

Ne Kadar Özgürüz?

   Aslında ''hiç'' deyip yazıyı sonlandırmam lazım biliyorum ama uzun süredir boşlamışız bloğu bari biraz çiziktiriverelim. Karantina dönemiyle de bağlantılı olacak yazı biraz manidar ama tesadüf yani özgürlüğümün kıymetini karantinada anlamadım yani daha önceden biliyodum. Ehehe..

  Özgür insan kimdir? Sadece mapusta yatmayan insan mıdır? Yoksa hakkaten adı Özgür olan mıdır? Valla ikinci şık daha yakın. Tabii ki Allah kimseyi oralara düşürmesin ancak benim anlatmaya çalıştığım mevzu başka..

  Biz özgür müyüz şimdi? İstediğimiz herşeyi yapabiliyo muyuz? Canımızın istediği yere gidebiliyo muyuz? Hayır. Bunu yazının başında da dediğim gibi karantina için söylemiyorum. Yani şu an yasak olduğu için mi gidemiyoruz hiçbir yere yoksa yurtdışına filan çıkamamamızın karantinayla hiçbir alakası yok mu? Tabii ki yok. Maddiyat iki gözüm maddiyat.. Yav arkadaşım ben Allah'ın yarattığı dağa taşa gitmek için senden niye vize alayım, pasaport filan işlerine gireyim? Var mı bundan 300-400 yıl önce böyle bir saçmalık, yok. E şimdi niye var böyle bi uygulama? Tamam belli ölçüde mantıklı hani herkes elini kolunu sallaya sallaya her yere girip çıkmasın tamamda bu nedir arkadaş. Sen bana nasıl öğretiyosun özgürlüğü ilkokulda. Başkalarının özgürlüğünü kısıtlamadığın sürece her şeyi yapmakta özgürsün. Hani lan nerde o özgürlük. Yapamıyoruz işte. İstediğim gibi eğitim alayım, yok paradan haber ver. İstediğim gibi alışveriş yapayım yok paradan haber ver. İstediğim gibi gezeyim, yok vizeden şundan bundan yani paradan haber ver. İstediğim gibi evleneyim bari çoluğum çocuğum benim çektiklerimi çekmesin, bu sefer daha çok paradan haber ver. E eğitim zaten özelleşmiş özelleşeceği kadar yani her yıl çıkan hem çoban hem ÖSS birincisi haberindeki eleman değilseniz doğru düzgün eğitim yok. E haliyle doğru düzgün işte yok. Ondan sonra gir sevmediğin bir işe, borçla harçla bi şekilde evlen önce okurken yaptığın borçları bitir sonra bi araba bi ev için 20 sene çalış sonra da emekli ol kıt kanaat geçin daha o da geçinebilirsen yani. Bu emeklilik işi de baya bi saçma. Ulan onca yıl yatırdığın primleri biriktirsen emekli olduğunda sırf vadesiyle bile kral gibi yaşarsın ama işte adamlar sistemi güzel kurmuş anasını satıym.

  Ben bu sistemi biraz turan taktiğine benzetiyorum. Tam böyle hayata atılmaya başlamadan önce sana  ufak yemi atıyolar sen de diyosun oo bu kolaymış lan saldırayım diyosun sonra kenardan bastırıyo herifler sen de yem oluyosun sonunda. Çarkın dişlisi oluyosun bi nevi. Biraz klişe ama gerçek bu.

  E hani özgürdüm ben. Başkasının özgürlüğünü kısıtlamadığım sürece her şeyi yapmakta özgürdüm. Bizim bunları yapmamız kimin özgürlüğünü kısıtlıyo acep? Teoride hepimiz özgürüz evet ya pratikte? Demokraside böyle değil mi usta zaten biraz? Nedir demokrasinin en klişe tanımı? Halkın kendi kendini yönetmesi.. E %51'le başa gelen bir partiyi ele alalım. Bu geri kalan %49 vatan haini mi? Bu tanıma göre ya ben halk değilim ya da işin içinde başka bi ibnelik var.

  Bol soru işaretli bol klişeli bi yazı oldu ama napalım idare ediceksiniz artık. Hadi kalın sağlıcakla..

6 Aralık 2020 Pazar

Sorunlarla Başa Çıkma Şekli

   Uzun bir aradan sonra hepinize tekrar merhaba kardeşler. Çok şükür korono filan olmadık. İş güç, hayat gailesi derken üstüne bir de yazma isteğinin olmayışı vuslatı epey bir geciktirdi. Neyse artık yeniden sahalardayım ve düz koşulara başladım. Ehehe.

  Bugünkü mevzu insanların sorunlarıyla baş etme şekilleri.. İnsanlar sorunlarıyla iki şekilde baş etmeye çalışıyor;

1. Olağanüstü Halciler: Kimdir bu olağanüstü halciler? En kıytırık sorunlarında bile Amerikan başkanı dahil herkesi ayağa kaldıran güruhtur bu olağanüstü halciler. O anda dünyanın en dertli, en sorunu büyük kişisine dönüşüverirler. Önüne gelen herkese bu sorunlarından bahsederler. En yakın arkadaşlarına dert yakınmadan başlayıp sanki insanlığın kalanı bu dertten sorumluymuş gibi onları suçlarlar. O an kendinden başka kimsenin derdi olamaz. Olsa bile kendinin derdi dünyadaki en büyük derttir. Derdi de en fazla olsa olsa manitasından ayrılmıştır, tırnağı filan kırılmıştır bu tarz tiplerin. Siz siz olun bu tiplerden olmayın. Şımarık, bencil, karşısındakini dinleme yeteneğinden aciz, basit tiplerdir bunlar. Yarın öbür gün gerçekten bir sorunla karşılaştıklarında ne yapacaklarını bilemezler. Sudan çıkmış balık gibi kalırlar. Bizimle değilsınız olağanüstü halciler.

  2. Dağları Deldim Tek Başımacılar: Bu formülümüz doğrudur ancak uygulaması zordur. Yorar insanı. Hazırlayın kağıt kalemleri tarifi veriyorum:

  Öncelikle insanlardan beklentimizi olabildiğince düşük tutuyoruz. Böylece biri size yamuk yaptığında zaten çok bir beklentiniz olmadığı için amaaan çokta tınn modunda karşılıyoruz bu tür netameli durumları. Burda tamamız. Bu işin zor kısmına gelecek olursak herhangi bir problemle karşılaşıldığında ortalığı ayağa kaldırmaz bu tarz insanlar. Ya bağırır çağırır önceleri ya susar içine kapanır ya ağlar ya içer ya da her neyse.. Sonra kafayı topladıktan sonra düşünür, düşünür, düşünür. Ebesinin nikahına kadar düşünür. Sonra sorunun kaynağını bulur, çözümünü bulur, bir daha böyle bir şeyle karşılaşmamak için ne yapılması gerektiğini bulur ve sonuç olarak bu meseleden sapasağlam ve daha güçlü biri olarak çıkar. Evet zordur her meseleyle tek başına uğraşıp çözmek. Ama başarabilirsen seni çok daha güçlü biri yapar ve öyle kolay kolay yıkılmaz bir insan olur çıkarsın.

  Yine insanları tasnif ettik, kutuplaştırdık ancak durum bu. Formül açık. İnsanlardan beklentimizi düşürüyoruz, kendimize güveniyoruz ve yüce Rabbimin bize verdiği aklı fikri kullanmaktan çekinmiyoruz. Tekrar görüşmek üzere. Hayırlı karantinalar..

25 Nisan 2020 Cumartesi

Mükemmeliyetçilik

  Evet dostlar bugünkü konumuz mükemmeliyetçilik.. Böyle bir şey var mıdır? Mümkün müdür? Kısacası mümkün değildir. Uzuncasını da irdeleyecez biraz. İftar sonrası ilham mı geldi nolduysa böyle bir şey çizittirivereyim dedim.
  Mükemmeliyetçilik kulaklara olumlu bir şeymiş gibi gelse de değildir aslında.
-Ben çok mükemmeliyetçi biriyimdir. Hadi len ordan.. Mükemmeliyetçisin de naptın!? Öncelikle bir insanın böyle bir cümle kurabilmesi için kişiliğinin oturması, hayata dair bir bakış açısının olması lazım. Adı üstünde mükemmeliyetçilik yani hayatta her şeyin kusursuz gitmesi, böyle bir şey mümkün müdür?
  Herkesin olmaya çalıştığı bir tip vardır. Kimi olur, kimi olamaz. Ancak madem her şeyin kusursuz olmasını istiyorsun ilk önce şu soruyu sor kendine: İdealimdeki insan gerçekten olması gerektiği yerde mi? Yani o topraklarda mı doğdu? Cevap hayırsa en başından gitti zaten. İlk kusur.. Hadi diyelim bu bireyin kendisiyle ilgili bir durum değil. E tamam da insanın başına gelenlerin çoğu kendisiyle ilgili değil ki. Yani çoğu olay bizim dışımızda gelişiyor. Hadi diyelim bunları bir yere kadar kontrolümüz altına aldık. Nası olacaksa artık? Bi de kendimizle ilgili yani iç olaylar var. Kusursuz olmak için sadece kendi hayatımızı kontrol etmek yetmez ki.. Başkalarının hayatını da kısmen de olsa kontrol edebilmemiz gerekir. Gerçekten istediğimiz kişiler mi hayatımızda? Sürekli onlarla mı muhatap oluyoruz. Yoksa çevremiz anlayışsız, sevgisiz, kıskanç bir sürü ruh hastasıyla mı dolu?
  Kusursuzluk.. Zamanında ben de bu çukura düştüğüm için çok takılıyorum bu kelimeye. Ama bir düşününce ne kadar korkunç bi tanım. Basit canlılarız olum biz. Neyin kusursuzluğu? İçinde kötülük olmayan, iyi bir aile terbiyesi almış her vatan evladı ergenliğinde dünyayı kurtarmak ister. Sonra bunun imkansız olduğunu öğrenince ailesini kurtarmayı ister. Onu da başaramazsa kendini. Bizim yapacağımız şey ise küçük hedefler koymak. Dünyayı tek başına değiştiremezsin canım kardeşim. Gerçek bu. Ancak hemen umutsuzluğa kapılmamak gerek. Dünyayı değiştiremiyosan kendi dünyanı değiştiriceksin. İdealindeki dünya nasılsa evlenip barklanınca aileni o rol modele göre kurucaksın. Arkadaş çevreni ona göre belirliyceksin. Yani kendi dünyanı kuracaksın. Belki sen dünyayı değiştiremezsin ama senin kurduğun bu dünyadan gelen birileri değiştirir. Senin de bunda bir payın olmuş olur.
  Kısacası demem o ki dostlar mükemmeliyetçilik filan geçin bunları. Böyle bir şey mümkün değil. Yorar adamı böyle kavramlar. Ünlü Türk düşünürü Kahraman Deniz'in de dediği gibi olmak için doğduğunuza dönüşün. Hehehe. Hadi hayırlı ramazanlar..

18 Nisan 2020 Cumartesi

Tutunmaya Çalışanlar

  Evet efendim. Kimdir bu tutunmaya çalışanlar? Biziz efenim biz. Biz Yaşar usta.. 80'lerin sonu, 90'ların başında doğan nesil. Peki nedir bizim bu imtihanımız? Peki biz niye ''Tutunamayanlar'' değiliz de ''Tutunmaya Çalışanlarız''.
  Özellikle içinde bulunduğumuz bu zor günleri de hesaba katarsak baya bir küresel, toplumsal olaya maruz kalmış bir kuşağız. Bunlara rağmen yılmadan hayata tutunmaya çalışıyoruz. Şaşırma eşiğimiz haliyle baya bir yüksek.. Ancak hala hayatla olan bağımızı koparmış değiliz. Hayata bir yerlerden tutunmaya çalışıyoruz. Bizim kuşağın görüp geçirdiği bazı elim olaylardan bahsetmek istiyorum müsaadenizle.. Kronolojik bir sıraya tabi kalmıycam;

  -11 Eylül Saldırıları: Olayı çok derinlemesine incelemiycem ancak bu olayın sonunda Irak tarumar olmuştur. Neymiş efenim El  Kaide üyesi birkaç gerizekalı bir uçak kaçırıp ikiz kulelere ve Pentagon'a saldırmış. Usame bin Ladin'de çıkıp bunu üstlenince oh, oldu bu iş. Zaten bu Al Jazeera hangi teröristi övüyorsa bilin ki o adam maşadır. Gerçi maşa olmayan terör örgütü mü var anasını satıym? Neyse, Usame bin Ladin'i bir belgeselde öyle bir anlatıyorlar ki şu şekilde bu adamın bir terör örgütü lideri olamayacağını düşünürsün:

  Yok çayı 35 şekerli içerdi, mağarasında ağırladığı gazetecilere karşı çok kibardı vs. Her neyse konudan çok sapmayalım. Bizi ve geleceğimizi derinden etkileyen olaylardandı bu elim hadise.
     
  -2002 Genel Seçimleri: Hehehe. Bu olayın sonuçları belli yani bu konuda diyecek pek bir şey yok. Akp %34.28 oy ile iktidar oldu.

  -Süleyman Çakır'ın ölümü: Ehehehe. Bir çoğumuzu derinden etkiledi bu olay, yalan yok.

  -Arap Baharı: 2010 yılında başlayan bu olaylar hala neticelenmemiştir. Gerçi olayın ne kadar bahar olduğu da tartışmaya açıktır ya neyse. Arap devrimci kardeşlerimiz sayesinde Ortadoğu çok daha güzel bir yer haline gelmiştir ve onlar da hak ettikleri ''demokrasi''ye kavuşmuşlardır. Ayrıca bu olayın Suriye'de tıkanması üzerine bir de mülteci sorunu ortaya çıkmıştır ki yine bundan da en çok etkilenen ülke biz olduk.

 -Gezi Parkı: Olayın kendisi elim bir hadise değil, polisin tepkisi elim bir hadisedir. İnsanlar orada anayasal hakları olan gösteri yürüyüşü yaparlarken polis bir anda güç kullanmaya başladı. Biz anayasal hakkımızı kullanamadıktan sonra bu ülkede demokrasiden bahsetmek mümkün müdür?

 -15 Temmuz Darbe Girişimi: Şimdi bu olayın iç yüzünü gerçek anlamda bilen dünya üzerinde çok az insan var. Bunda şüphe yok. Zira konumuz bu değil. 15 Temmuz 2016'da gece 22.30 civarında Boğaz Köprüsü askerler tarafından kapatıldı. F-16lar üzerimizden uçtu, çatışmalar yaşandı vs. Sonra olayın TSK'nın içindeki azınlık bir grup tarafından yapıldığı anlaşıldı. Dediğim gibi konumuz olayın iç yüzü değil. Konumuz böyle bir olayın yaşanma ihtimali? Ehehe.

 -Corona Virüs: Evet. Asıl mevzu burda. Yani bizi etkileyen ve güncel olan mevzu. Bir aydan fazladır ülkemizde de etkisini gösteren bu virüs bizi evlere hapsetti. Bunca sorun yetmezken bir de virüs çıktı. Planlar, okullar, işler hepsi yarım kaldı. Neyin ne olacağı belli değil. Ancak bunca felakete rağmen, belirsizliğe, kaosa rağmen hala ayakta kalmaya çalışıyoruz. Çocukluğumuzdan bu yana süre gelen bu olayları artık şu şekilde karşılıyoruz:
  Hepimizin yaşadığı kişisel problemler, onun dışında hep birlikte yaşadığımız toplumsal olaylardan sonra duruşumuz budur. Bırakın gelsin. Zaten artık bunun bir tık üstü olarak meteor yağmuru ve uzaylı istilası kaldı. Ehehe. Evet sevgili kuşaktaşlarım, bundan önce böyleydi, bundan sonra da böyle olacak. Biz hep tutunmaya çalışıcaz. Bizim ömrümüz hep tutunmaya çalışmakla geçecek..

21 Mart 2020 Cumartesi

Corona Biyolojik Bir Silah mı?

  Böyle küresel olayların arka planında genelde bir şeyler olur ama bu sefer durum farklı gibi duruyor. Öncelikle Corona virüsünün biyolojik bir silah olduğuna dair herhangi bir kanıt yok. Kahvehane muhabbeti yapar gibi bunu İsrail üretmişte Amerika uygulamışta Çin'in ekonomisini bitirmeye yönelik bir projeymiş. Çok film izlemeyin arkadaşlar, yakarsınız contayı. Şimdi böyle uç bir iddiada bulunuyorsak sayısız delil göstermek lazım ancak sunulan teorilerin hepsi uç iddialar ve hiçbir kanıt yok. Gelin bu teorilere biraz bakalım.
  ABD, Çin'in ekonomisini bitirmek için böyle bir virüs yapmış olabilir mi? Bu virüs ilk olarak Çin'de çıktığı için herkes bu teoriye sarıldı ancak Çin'in öyle bir virüsle bitecek bir ekonomisi yok. Evet Çin'in ihracata dayalı ekonomisi var, insanlar bir süre Çin'den bir şeyler almayacak ama insanlar zaten bir süre hiçbir yerden bir şey almayacak. Yani bu kadar uç bir iddiada bulunabilmek için uzun bir zaman gerekir. Çin'in ihracat rakamlarını incelemek gerekir ancak böyle bir salgın varken, insanlar ölüyorken devletlerin problemi düşen ihracat rakamları değil halkının sağlığı olmalıdır.
  Az önce incelediğimiz teori şimdi inceleyeceğimize göre çok mantıklıydı. Şimdi inceleyeceğimiz iddiaya göre devletler yaşlılara emekli maaşı vermemek için, bu sayıyı düşürmek için yaşlı nüfusunu azaltmak amacıyla bu virüsü çıkarmış. Kanıtta Corona virüsünden ölenlerin daha çok yaşlı olması. Artık bu uç iddia olmaktan da çıkıyo yani bu nedir arkadaş. Alev silahıyla yaksın o zaman. Zaten emekli maaşı vermemek için yaşlıları öldürmeyi planlayan bir hükumete oy veren halk her şeyi hak ediyodur artık yani.
  Son iddiamızda ise bu virüsün patentinin daha önceden alınmış olduğu. Şimdi bu virüs eski bir virüs yani yeni çıkan bir şeyi Bill Gates yıllar önce alıpta şimdi piyasaya sunmadı. Gerilmeye gerek yok. Hatta yapılan açıklamaya göre bu virüsün aşısını geliştirmek için patentin alındığıdır. Yani bu da gayet saçma bir teori.
  Yazının başında da dediğim gibi bu tarz küresel olayların arkasından bir şeyler çıkar ancak bu sefer durum farklı. Her önümüze gelene ABD'nin oyunu, İsrail'in oyunu dersek işimiz var yani. Sonra arkasında bu ibnelerin olduğu olayları da kimse iplemiyo. İtibarsızlaşıyor muhabbet ister istemez. O açıdan biraz düşünelim, biraz araştıralım, ''komplo teorisyeni'' olmayalım yani. Ehehe.
  Gelelim biz günümüze. Bu iş çok ciddi boyutlara ulaştı. Gerçekten bu ciddi bir iş ve hepimiz ciddiye almalıyız. Ülkemizde de hızla yükseliyor. Gerçi bazı tedbirler alınsa da bu işin en net çözümü sokağa çıkma yasağıdır. Ancak bizde ha deyince sokağa çıkma yasağı ilan edebilecek bir ekonomik güç olmadığı için bunu yavaş yavaş yapacaklar gibi duruyor. Örneğin dün 65 yaş üstü insanların sokağa çıkması yasaklandı. Ancak bana kalırsa bu bir çözüm değil. Komple bir sokağa çıkma yasağı gelmesi lazım. Avrupa insanı o bilinçli haliyle bu hallere düştüyse Allah korusun bizde bu kafayla neler olur. O açıdan tedbirimizi alalım arkadaşlar. Evde kalalım bir süre. Evde kaldığımız sürede de böyle saçma sapan komplo teorilerini düşünmeyelim lütfen ehehe. Hepimiz sıkılıyoruz ama sağlık için yani yapacak bir şey yok. Hadi Allah'a emanet..

4 Şubat 2020 Salı

Dünyayı Yönetme Sanatı

 Dünyayı yönetmek bir sanat mıdır? Bence kesinlikle öyle. Peki kim yönetiyor bu dünyayı? Kim yönetiyor da dünya bu kadar kötü bir yer. Kim yönetiyor da silahlanmaya, savaşa, vahşete bu kadar para harcayan devletler bu kötülüğü, açlığı ve savaşı bitiremiyor. Kimin yönetttiği ortada. İster İlluminati diyin, ister Masonlar diyin, isterseniz de Siyonistler diyin. Ben bu mecrada bu güruhu ''üst akıl'' diye adlandıracağım.
  Peki bu üst akıl dünyayı nasıl yönetiyor. Dünya nüfusu günümüzde 8 milyara yakındır. Tabii ki bu üst akıl 8 milyar insanı tek tek yönetmiyor. Ben bu yazıda üst aklın dünyayı yönetme şeklini kıtalara ayırıcam.
  Evet ilk kıtamız Asya;
 Asya'nın nüfusu 4.5 milyara yakındır ve dünya nüfusunun %60'ını oluşturur ve belki de en karmaşık kıta burasıdır. Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu kıtadaki insanların büyük çoğunluğu reenkarnasyona inanmaktadır. Yani fakirsen, ezilensen sesini çıkarmaman öğütlenir ve gelecek hayatında ödüllendirileceğin vaat edilir. Bize ne kadar saçma da gelse buna inanan insan sayısının 1.5 milyardan fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bu da dünya nüfusunun ortalama %22'sine denk gelmektedir. Yani dünyanın beşte biri bu dünyadaki haksızlığa, adaletsizliğe, açlığa, fakirliğe ses çıkarmazsa ödüllendirileceğine inanmaktadır. Zamanında bu coğrafyaya bu inanışı yayanların kim olduğunu zaten biliyoruz.
  Gelelim Arap Yarımadasına.. Bu toprakların sıkıntısı cahillik, tembellik, mezhepler vb. şeylerdir. Tabii ki üst akıl burda da aktif rol almıştır. Buraları karıştırdıkça karıştırmıştır, belki de cahil bırakmıştır. Ancak buranın halkının cahil kalmaya pek bir hevesli olduğu da ortadadır. Neyse ki konumuz bu değil çünkü bu konu baya uzun ve karışık.
  Bir diğer kıtamız Afrika;
 Afrika'nın nüfusu 1 milyardan fazladır yani dünya nüfusunun ortalama %15'ine denk gelmektedir. Üst akıl burda ne yapmıştır. Aç bırakmıştır, sömürmüştür. Siz inanıyomusunuz ki Afrika'daki açlık bitirilemez. Size şöyle anlatayım: Ülkemizde günde 12 milyona yakın ekmek çöpe gitmektedir. Yani her halta bu kadar para harcayan devletler böyle bir ağ kurup bu kıtanın derdine derman olamaz mı? Olamaz. Çünkü karnı doyan insanın kafası çalışmaya başlar. Bu adamlar sonra demez mi ulan bizi bunca yıldır haybeden aç bırakmışlar, bizi köle yapmışlar, sömürmüşler diyip atlamazlar mı üst akla?
  Şimdi kameralarımızı Avrupa'ya çeviriyoruz.. Nüfusu 750 milyona yakındır ve dünya nüfusunun %10'una denk gelir. Bura hakkında söylenecek tek şey adamlar ahir dünyada kendi cennetlerini kurmuşlar ve etliye sütlüye dokunmadan yaşıyolar.
  Geçiyoruz Amerika kıtasına;
 Bu kıtanın Kuzeyi hakkında diyecek pek bir şey yok. Avrupa için söylediklerimiz üç aşağı beş yukarı burası için de geçerlidir. Güney ise Kuzeye yakınlığından dolayı pek bir şey yapamamaktadır. İpleri Kuzeyin elindedir ve azıcık hırlayınca ipleri derhal gerilir. Bu kıtanın nüfusu da 1 milyara yakındır ve dünyanın yaklaşık %13'ü burada yaşamaktadır ve burda da durum böyledir. Zaten madde çekmekten heriflerin dünya sorunlarına yönelecek pek hali de yoktur.
  Antarktikayı saymazsak son kıtamız ise Avustralya'dır. Bu kıtanın nüfusu ise yüzölçümü baya bi büyük olmasına rağmen 40 milyonu geçgindir ve dünya nüfusunun %0,50'sine denk gelir. Burdakilerin de keyfi yerinde olmakla beraber bir şeyler yapmak isteseler bile hem dizginleri başkalarının elindedir hem de koca kıtanın nüfusu bir hayli azdır.
  Evet, birçok kıtamızı gördük, birçok kıtamızı tanıdık. Bana göre dünya böyle yönetiliyor ve dünyada hiçbir ülke tam olarak bağımsız değildir. En başta ekonomik açıdan olmak üzere her ülke bazı nedenlerden dolayı üst akla bağlanır ve onların ona biçeceği rolü bekler, istese de istemese de başrol oynatılır..

7 Ocak 2020 Salı

ABD-İran Gerilimi

  Konumuz son günlerdeki ABD ve İran arasındaki gerilim. Bu mevzu dünkü bugünkü bir olay değil zaten. İki ülke 1980'den bu yana doğrudan resmi diplomatik temas kurmuyor. Bu olayların başlangıcı ise ABD'nin İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesi, Devrim Muhafızlarını terör örgütü ilan etmesi ve İran'a ambargo uygulaması. Bu olayların sonucunda geniş çaplı bir savaş çıkacağını zannetmiyorum ama gerilim biraz daha artacak gibi duruyor.
  Son günlerdeki gerginliğin nedeni ise hepinizin bildiği üzere ABD'nin 3 Ocak 2020'de Kasım Süleymani'yi bombalı saldırıda öldürmesi. Peki kimdir bu Kasım Süleymani?
  Kasım Süleymani, İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı olarak görev yapmaktaydı. Hizbullah'ın askeri kanadının liderlerinden biriydi. Suriye iç savaşında da Beşşar Esad'ı destekleyen çatışmalarda rol almıştır. Irak-İran savaşında da önemli işler yapmıştır. Sonuç olarak İran için çok önemli bir adamdır ve ABD ''gelecekte Amerikan diplomat ve askeri personele karşı gerçekleşecek saldırıların önlenmesi için'' bu saldırıyı gerçekleştirdiğini ve Kasım Süleymani'yi ortadan kaldırdığını açıklamıştır. Bu saldırıdan sonra haklı olarak İran çok sert tepki göstermiştir. Zaten uzun zamandır ABD, İran'ı üstüne çekmeye çalışıyordu ancak İran bu tuzağa düşmemişti. Ancak bu olaydan sonra Tahran yönetimi bu olayın intikamının en ağır şekilde alınacağını açıkladı. O günden bugüne de karşılıklı tehditler ve müzakereler devam ediyor. Az öncede söylediğim gibi ben bu olayın bir savaşa dönüşeceğini sanmıyorum. Ancak bölge zaten sıcakken iyice ısınacak ve olayların nereye gideceğini kestirmek biraz güç. Gelin birazda bu olaydan sonra hangi ülke ne dedi ona bakalım.
  ABD: Bu adam bize saldırıcaktı zaten. Biz yılanın başını küçükken ezdik.
  İran: Gününüzü göstereceğiz..
  Rusya: Macera dolu Amerikaa.
  Çin: Bi sakin olun lan!
  İsrail: Bu olayın bizle bi ilgisi yok, olayı bana yıkmayın..
  Irak: Bak kardeş bu İran bize benzemez.
  Türkiye: Sakin olun arkadaşlar, zaten işler karışık.

  Şimdi zaten bütün bu olaylar hepimizin kulak aşinalığı olduğu BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile bağlantılı. Gerçi bizde bu konu ele ayağa düşmüşte olsa sonuç olarak böyle birşey var. Hepinizin gözünde canlanan o Kürdistan haritası gerçekten vardır evet. Dört parça diye adlandırılan bu bölge Irak, Suriye, İran ve Türkiyeyi kapsamaktadır. 2001 yılından bu yana önce Irak halledildi. Şimdi de Suriye'de sona gelindi. Sıradaki hedef ise İran. İran ise bunun farkında ve ABD'yi bölgede istemiyor haklı olarak. ABD ise pek çekilme taraftarı değil.
  Bu olaydan sonra İran doğrudan kendi değilde milis kuvvetlerle ABD'ye ciddi zararlar verebilir ve seçim öncesi ABD'nin bölgeden çekilmesi hızlanabilir. ABD'nin Süleymani gibi görevi İran için dışarıdan gelecek her türlü tehlikeyi daha ülkeye gelmeden karşılamak olan birini ortadan kaldırarak İran üzerinde yapacağı hamleleri daha kolay kılmak için yaptığı bu hamle, ABD'yi bölgede bir kaosa sokabilir ve bölgeden çekilmek zorunda kalabilirler. Tabii ki zamanın neler getireceğini hep birlikte görücez ancak yazının başında dediğim gibi 3. Dünya Savaşı filan çıkmaz. En iyi ihtimal ABD bölgeden çekilir ve bu da geçici bir süreliğine de olsa bölgeye huzur getirir..